Kitabın içeriği kadar ortaya çıkış süreci oldukça ilginç. Buradan başlayalım ve bunu sizden dinleyelim.. Nasıl ortaya çıktı bu kitap?
Belki söylemesi garip olacak ama bu derleme biraz da ‘tesadüfen’ ortaya çıktı. Sahaf arkadaşım Püzant Akbaş yaklaşık on yıl önce bana Mennuş İmanyan'ın 1931 yılında Halep'te basılan ‘Ayntab Destanları’ isimli eserinin fotokopisini vermişti. Ben Ermenice bilmiyorum. Tabii ki bir şey anlamayıp, “Bu nedir?” diye sormuştum. Püzant da “Ermeni harfleri ile Türkçe destan! Bir ara bana uğra, sana okurum” demişti. Ben de ne olduğunu bilmeden fotokopiyi eve götürüp, bir dosyanın içine tıktım. Ve tamamen unuttum. On yıl geçtikten sonra, bir gün dosyalarımı düzenlerken aynı fotokopi tekrar karşıma çıktı. Bu sefer, Püzant'ın kapısını çaldım. O yüksek sesle metni okumaya başladığında ikimizin de içi karardı. Bitirdikten sonra ben, “Yahu, bu müthiş değerli bir şey. Bunu yayınlayalım, başkaları da bundan haberdar olsun” dedim. Cevap olarak, “Bende iki tane daha var, istersen hepsini okuyalım” dedi. Velhasıl, 2019 yılı bahar aylarında haftanın bir günü birlikte çalışmaya başladık. O okuyor, ben de metinleri bilgisayara giriyordum. İlk iki destanın Ermeni harflerinden Türkçeye transkripsiyonu bittikten sonra, Hasmik Stepanyan'ın ‘Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Bibliyografyası, 1727 – 1968’ başlıklı eserini taramak aklıma geldi. Bibliyografyada Suriye ve Lübnan'da yayımlanmış başka destanların da bulunduğunu gördüm. Bu sefer de onların peşine düştüm. Yurt dışındaki bazı kütüphanelerde araştırma yapan dostların yardımı ile onlara ulaşmak mümkün oldu ve bu kitap ortaya çıktı.
Sunuş bölümünde “Elinizdeki derlemede yer alan destanları yayıma hazırlarken ve dönemin hikâyesini araştırırken çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim” diyorsunuz. Bir sosyal bilimci olarak bu süreçte öğrendiğiniz en önemli şeyler neler?
Kitapta yer alan destanlar Ermeni ‘aşuğ’ların Türkçe olarak söyledikleri, fakat Ermeni harfleri ile Halep, Beyrut, Kudüs gibi kentlerde yayınlanmış destanlardır. Biliyorsunuz, Anadolu ahalisi büyük doğal afet veya toplumsal felaketlerden sonra başlarına gelenleri hikaye etmek, duygularını başkalarıyla paylaşmak ve belki de tarihe not düşmek amacıyla Anadolu halk edebiyatının en güçlü damarı olan halk destanlarına başvurmuşlardır. Bu halk ozanları Anadolu’nun Antep, Maraş veya Urfa gibi kentlerinin gündelik hayatta Türkçe konuşan Ermenileridir. 1915’de bu günkü Suriye, Filistin, Ürdün ve İsrail topraklarını kapsayan geniş bir coğrafyaya sürülmüşlerdir. Dolayısıyla, bu destanlar halk edebiyatımızın da parçasıdır. Destanları söyleyen halk ozanları Ermeni’dir, ama destanları Türkçe söylemişlerdir. Ben bunu önemsiyorum.
Bu destanları okuduktan sonra ben bir anlamda yaşanan büyük ‘Felaket’ yıllarından sonra ölmemiş ve ayakta kalmış insanların yazdıklarını okuduğumu, onların duygularını yansıtan metinlerle karşı karşıya kaldığımın farkına vardım. Bir olayı dışarıdan görerek anlatmak tabii ki önemli bir şeydir, bir tanıklıktır. Ama o toplumsal olayda mağdur konumunda olanların o sırada ne hissettiklerini anlamak bence çok daha önemlidir. İşte bu destanlar, o hissiyatı bize veriyor. Maalesef, tarihçilerin kullandığı arşiv belgeleri bize ‘duyguları veya hissiyatı’ aktarmaktan çok uzaktır. Onlar en fazla olup biteni betimleyebilirler. Kısacası, bu derleme üzerinde çalışırken ben edebiyatın gücünü bir kez daha gördüm. İtiraf etmeliyim ki edebiyatın gücü yüzümüze tokat gibi çarptı.
[...]
Söyleşinin devamı için: Agos
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/24376/halepi-vatan-tutmaya-calisan-ermenilerin-hikyesi